'Kimse anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım çok uzaklarda
Bir yakınım öldü mü' diyor BEHÇET NECATİGİL. Evet, kimse kimseyi anlamıyor, daha doğrusu anlamaya cesaret edemiyor. Anlamak zordur; çünkü bütün düşünce ve davranış kalıplarını alt üst eder birisini anlamaya başlamak. Birisini anlamaya başladığımızda kendimizi anlamaya başlarız. Doğrularımızın doğruluğundan kuşkulanır, gördüklerimizi gerçekten görüp görmediğimizi merak etmeye başlarız. Ve en önemlisi birisini anlamaya başladığımızda zenginleşmeye başlarız.
Kimse anlamaz kimseyi ; çünkü GÜLTEN AKIN'ın da söylediği gibi: 'kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.' Ve anlamak en büyük inceliğidir insanın, inceliği yani insanlığı. Anlamayı terk ettiğimizde aramaya başlarız insanlığı. Terk ettiğimiz şey anlamaktır; ama aslında insanlığımızın terk-i diyar eylemesidir bu. Ve biz, daha büyük yitiklerimizin, daha büyük eksiklerimizin peşinde koşmak yerine kendimizden kovduğumuz insanlığımızın peşinde tüketiriz ömrümüzü.
Ahmet HAŞİM: “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz” der. Melâli, yani hüznü, yani insanlığı… Bugün insan belki de insanlığına aşina değil. Bütün insan taraflarımız bir masal ülkesinin yitik masallarında kaldı. Birisini anlamaya çalışmanın hazzını, birisi tarafından anlaşılmış olmanın dehşetengiz keyfini özlüyoruz.
Anlamak çoğalmaktır, anlaşılmak bir çokluğa dahil olmak. Anlamadığımız ve anlamak için gayret göstermediğimiz her insan yalnızlık tohumlarını yüreğimize serpip terk eder bizi. Ve Özdemir ASAF haykırır:
“Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılırsa yalnızlık olmaz.”
Ve apaçık doğrudur bu: Paylaşmak anlamakla başlar ve azalır yalnızlıklar anladıkça. Anlamadıklarımız, kendilerini anlayacaklara doğru yelken açarken biz hüzünlü bir ağıt kesilir, bakakalırız arkalarından.
Ve belki de kimseyi anlamadığımız için, ölümüne çeyrek kala bacaklarını kıpırdatmaya bile mecali kalmayan Bülent ECEVİT’in, Rahşan Hanım’ın ellerini sımsıkı ve sıcacık tutup bir ormanda yürüyüşüne anlam vermekte zorlanırız. Ve zorlanırız, Rahşan Hanım’ın Bülent ECEVİT’in tabutunun peşinden sekiz kilometre yürüyüşünü anlamakta. Zorlanıyoruz çünkü inceliklerimizi kaybedeli çok oldu. Yani Necip FAZIL’ın deyişiyle:
“Ne at kaldı ne kervan hepsi silinip gitti.
İyi insanlar iyi atlara binip gitti.”
Üstadım FUZULÎ, yüzyıllar öncesinden haykırır insanlığın bu en büyük kaybının insana ettiklerini de duymayız:
“Dost bî pervâ felek bir rahm devran bî sükûn
Dert çok derman yok düşman kavî talî zebûn”
Yani İsmet ÖZEL’in deyişiyle “Hangi dünyaya kulak kesilmişsek diğerine sağırız.” Ve bu sağırlık öldürüyor bizi. Öldürüyor; çünkü sağır kaldığımız dünya hayatımızın eksilen tarafı, bizi terk eden güzelliklerin tamamı.
Kimse anlamıyor bizi ve biz anlamaya çalışmıyoruz kimseyi. Bu yüzden de koro halinde haykırıyoruz: “Batsın bu dünya. ”