Birkaç gün önce Gazipaşa’nın bayır (dağ ) köylerini gezdik: Direvli, Kinistine, Gevenes, Yivil Hardım, Yeni Güney, Çimenbağ, Gara Çukur. Her biri Toroslar'ın zirvesine, eski ve büyük su kaynaklarına yakın bu köylerin dağlarından, dere boylarından, kıvrım kıvrım yollarından geçtik.
Manzara eşiz ama bir o kadar da vahim hatta ürkütücüydü.
Onlarca çeşme akmaz olmuş. O bölgeye adını veren Taş Köprü’nün altından akan, daha yakın zamana kadar çocukların yüzme öğrendiği, balık tutuğu çay kurumuş.
Dere boylarının piladanları (çınar), karaağaçları, yaban üzümleri, mor hayıtları hatta yazın en yeşil ve dayanıklı bitkisi zimbitler solmuştu. Adeta yoldan geçen bizlere, bir damlacık su verin, der gibiydi hepsi.
Yol boyunca gördüğümüz en ilginç yer Gevenes'teki KOZAK FATMA ÇEŞMESİ’ydi çünkü onlarca çeşme içinde akan tek çeşmeydi.
Yani dağlarımız eski dağlar değil artık. O dağların asıl sahipleri yaşam ortaklarımız ve yaşam kaynaklarımız olan canlılar can çekişiyor. Onlar can çekişirken biz nasıl canımızı belalardan uzak tutabileceğiz? Bunu kimse düşünmüyor sanırım.
Yazıya başlık olan çeşmenin kitabesinde Kozak Fatma’ya ait bir söz var, şöyle diyor:” Düşünene düşünceme çok, düşünmeyene hiçbir şey yok.” Müthiş bir söz ve ilginç olan da o dağların neredeyse akan tek çeşmesi bu çeşme. Anlaşılıyor ki kimsenin kendisinden gayrısını düşündüğü yok. Yoksa bilerce yıldır akan dereler, her biri başına bir köy kurulmasına sebep olan Goca Sular kurur muydu? İnsan, kendi eliyle geleceğine dinamit kor muydu?
Dere boylarında goca piladanlar, mor hayıtlar, yarpuzlar, kara ağaçlar; dağlarda mor pürenler, rengarenk karağanlar kuruduğunda yaşam da kurumaya başlamayacak mı? Artık içecek su bulmadığı için domuzlar, tikiler, yılanlar, çeşit çeşit kuşlar dağlarımızı terk ettiğinde doğanın dengesi bozulmayacak mı ve dengesi bozulmuş bir doğada insanın dengede kalması nasıl mümkün olacak?
Sular; özellikle de dereleri besleyen, asırlardır çeşmelerden akan sular kamusaldır. Kamusal olan herkesin ve her şeyindir. Yani insanın ve insanın can yoldaşı, paydaşı olan bitkilerin ve hayvanlarındır. İnsan kamusal olana tek başına hükmetme, onu tek başına tüketme hakkına sahip değildir.
İnsan, yüzlerce metre derinden su çıkarabilir, derelere set yaparak suyu biriktirebilir, kıştan yaz için su depolayabilir, suyu ihtiyacı olan yere taşıyabilir, suyu ısıtabilir, soğutabilir yani suyu istediği biçimde kullanabilir. Oysa hayvanlar ve bitkiler ancak doğal olarak akan suyla hayatta kalabilir. Biz, onların bütün hayat kaynaklarına el koyarak onları ölüme mahkum ediyoruz. Bu aslında kendimizi ölüme mahkum etmekten başka bir şey değil.
Biliyorum hayat zor ve üretime, üretim için de suya ihtiyacımız var. Ve yine biliyorum ki devlet bu konuda yeterince yatırım yapmıyor. Bütün bunlara rağmen derelerin susuzluğu, çeşmelerin kurumuşluğu, asırlardır akan köy sularının artık akmıyor oluşu hiç hayra alamet değil. Milyonlar harcayarak ve makineler marifetiyle dağı taşı tarlaya dönüştürerek kurduğumuz bahçeler bize yar olmayabilir.
Gelin Kozak Fatma’ya kulak verelim. Düşüncememiz insan ve insanın, onlar olmadan var olamayacağı diğer canlılar olsun. Dereler akmaz, ağaçlar kurur, dere boyları mor hayıtlara hasret kalır ve yılanlar, tosbağalar, kuşlar, domuzlar, tilkiler dağları terk ederse yaşamak imkansız olur.
“Düşünene düşünceme çok, düşünmeyene hiçbir şey yok.” dememiş miydi Kozak Fatma? Yok olmamak için bir düşüncememiz olsun.