Bir Avrupa ülkesinde doğup yaşasaydı, belki bugün emeklilik hayatını farklı ülkelerde tatil yaparak geçirme ihtimali çok yüksek olan 67 yaşındaki bir adam, Gazipaşa’da devam eden bir köprü inşaatında düşüp hayatını kaybetti.
Bu yazımda; iş güvenliğiyle alakalı sıkıntıları dile getirmeyeceğim. Zaten bu konuyla ilgili haber yapmaktan, yetkilileri uyarmaktan, işçiye “Güvenliğinizi ön planda tutun” demekten dilimizde tüy bitti…
Bu yazımda; emeklilik hayatını huzur içinde yaşaması, belki de evinde torununu sevmesi gereken yaşta olan Gaziantepli 67 yaşındaki Mecit Yazar’ı çalışmak zorunda bırakan zihniyetine değineceğim…
Sürekli dediğimiz gibi; Türkiye’de emekli, açlık sınırının altında maaş alıyor, geçinemiyor…
Kirası, elektriği, suyu, mutfağı, emekliyi çalışmaya mahkum ediyor… Türkiye’de emekli ikinci baharını değil, ikinci mesaisini, vardiyasını yaşıyor; yaşamak, geçinmek, kalan kısa ömründe hayatta kalmak için…
Birileri, Saray’da her gece manda yoğurdu, Medine hurması, kestane balı ve yulaf ezmesi yediğini söylüyor; birileri evine iki ekmek götürebilmek için 67 yaşında inşaattan düşüp ölüyor, bu ülkede…
O yaşlı haliyle kim bilir ne şartlar altında çalışıyordu, bu kavurucu sıcaklar altında… Yılların üstüne yüklediği yük, inşaatta daha da ağırlaşmıştı belki…
Çünkü, Mecit Yazar bu ülkede doğdu. Onu köprü inşaatının üstüne çıkaran şey ihtiyaçtı; o ihtiyacı yaratan şey de yıllardır süren adaletsiz, umursamaz, sömürü düzeniydi.
Bir Avrupa ülkesinde, bu yaştaki adamın ismini ancak gönüllü dernek faaliyetlerinde, tatil için aldığı uçak biletinde ya da rezervasyon yaptırdığı otel kaydında görürsünüz.
Bizde ise ölüm haberlerinde... “İnşaattan düştü, öldü” cümlesi, burada gazetecilik klişesi haline geldi.
Ve utanmadan “Emekliler memleketin yükü” diyenler, meclis lokantasında 200 liraya kuzu tandır yerken Mecit Yazar’ın ölümüne dair tek bir kelime etmeyecekler.
Halk da bu sessizliği yutacak. Ta ki, bir gün kendi babası, amcası, komşusu aynı şekilde düşene kadar…
İşte sorun burada: Biz ölüme üzülüyor, ama sebebine öfkelenmiyoruz. Mezarı başında “Toprağı bol olsun” deyip, bu köhne sistemin ömrünü uzatmaya devam ediyoruz…
Hesap sorma yok, açıklama bekleme yok…
Sıkışınca; kader, ecel…
Bizim emeklimizin, yaşlımızın eceli de acıklı… Ecel bizimkileri neden 7 yıldızlı bir otel odasında, ülkeleri turlayan bir uçağın business bölümünde ya da dünya turuna çıktığı lüks yatta bulmuyor? Çünkü ekmek parası peşinde bizimkiler…
Ecel; bizimkileri inşaata, çöp kenarında, huzur evinde, bağda-bahçede çalışırken bulur, bu ülkede…
Uzatmaya gerek yok… Ülkede emeklinin değeri yok, çalışmayan emekliye de ekmek yok, bu devirde…
Kalın sağlıcakla… Ama bil ki, bu hesabı sormazsan, emeklinin hakkını aramazsan, yarın gazete sayfalarında “İnşaattan düştü, öldü” cümlesinde senin, benim, sizin adınız yazacak.